20 Ekim 2014 Pazartesi

Gone Girl

Senaryo yazmak gerçekten çok zor iştir. Bitirme projesini senaryo üzerinden almış bir öğrenci olarak bunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Özellikle gerilim filmi senaryosu yazarken öyle iyi bir ağ örmelisiniz ki bu ağ kördüğüm gibi gözükmeli fakat çözerkende hiç bir tıkanmayla karşılaşmamalıdır. Bunu başaran , filmi izlerken 'hadi canım ya çok saçma' cümlesini bize kurdurtmayan pek az senaryo var. Gone Girl filmi benim için hayatım boyunca izlediğim en iyi filmdi.


Amerika'nın Missouri eyaletlerinden birinde sıcak bir yaz sabahı, Nick ve Amy evliliklerinin beşinci yıl dönümünü kutlamaya hazırlanmaktadırlar. Fakat o gün Amy aniden ortadan kaybolur. Geri dönmeyince, polisin gözünde kocası Nick tüm şüpheleri üzerine çeker. Nick karısını öldürmediğini söylese de davranışları ve yaptıkları onu çıkmaza sürüklemeye devam etmektedir.




Film kitaptan uyarlanmasıyla benim için bir sıfır önde başlamıştı zaten. Çünkü kitap filmleri hiç bir zaman kötü olmaz. Ama bu kitabın yazarı gerçekten tebrik edilecek cinsten. İnsanın hiç aklına gelmeyecek olaylar yok filmde. Tabi ki tahmin edebiliyorsunuz bir süre sonra. Ama twist filmin tam ortasında ortaya çıkıyor diğer gerilim filmleri gibi son on dakikada değil. Ardından işler daha da karmaşık hale geliyor ve izlerken yok artık diyorsunuz ama çok saçma kelimesini kullanacağınıza inanmıyorum çünkü yazar gerçek anlamda çok bilgili olduğunu herkese ispatlıyor. Oyunculuğa gelecek olursak Ben Afflect elbette çok iyi oynamış fakat benim gözümde kadın başrol olan Rosamund Pike Oscar'ı sonuna kadar haketmiş bu performansıyla. Gerçekten oyunculukta çığır açmış diyebilirim.

Neyse sinemadan çıktım koşa koşa size yazmak için oturdum bilgisayarımın başına. DVD'sinin çıkmasını beklemeden hala zamanınız varken sinemaya koşun. Böyle filmler kaçmaz. Puanım 10 üzerinde 10.

12 Ekim 2014 Pazar

Lucy

Filmlerin reklamını en iyi yapan içerisindeki deneyimli oyunculardır. Bazı oyuncular Hollywood'a öyle iyi yer etmişler ki filmde isimlerinin geçtiğini duyduğunuzda konusuna dahi bakmadan o filmi izlersiniz. Çünkü starlara güvenirsiniz. Bu nedenle yüksek bütçeli bir film yaparken şirketlerin ilk aradığı şey sektörde yer edinmiş ünlü oyuncular olur. Bu filmlerdeki beklentiyi yükseltir fakat çoğu zaman bu beklentiyi karşılamaya yeter. Lucy filminde de bizi iki dev oyuncu karşılıyor. Morgan Freeman ve Scarlett Johansson.


Eğlenmeyi seven sıradan bir kadın olan Lucy, bir kaç gece takıldığı Richard yüzünden kendisini bir anda azılı bir uyuşturucu çetesinin içine düşmüş şekilde bulur. Vücudunun içine kurye olması için yerleştirilen yeni sentetik bir uyuşturucu beklenmedik bir şekilde Lucy'nin vücuduna nüfus etmeye başlar. Bu durum sonucunda mucizevi bir olay gerçekleşir. Lucy'nin vücuduna nüfus eden kimyasallar ona insan üstü yetenekler kazandırmıştır. Artık akıl okuma , telekinezi ve acıyı hissetmeme gibi yeteneklere sahiptir. Ama madde vücuduna işledikçe Lucy'nin hayatı tehlikeye girmektedir.


Film aksiyon bilimkurgu severler için oldukça güzel tasarlanmış. Başından sonuna kadar güzel bir olay örgüsü var ve kanına karışan madde yüzünden her geçen dakika gerilim de tırmanmakta. Fakat filmde olay örgüsü , sahneler beş para etmez bir halde olsaydı bile filmi belgesel tarzında izleyip zevk almak mümkün. Çünkü Lucy'nin kanına karışan madde annenin hamilelik döneminde salgıladığı ve bebeğin hücrelernin gelişmesini sağlayan bir madde. Bu da aslında Lucy'e doğa üstü yetenekler kazandırmıyor. Bu maddeyle birlikte beyninin sadece %10'unu kullanan insan oğlunun %100'ünü kullanabilseydi neler yapabilirdi sorusuna güzel yanıt veriyor.


Ben çok beğendim. Bu yüzden puanım 9.

Giver

Gün geçmiyor ki bir kıyamet sonrası bilimkurgu filmi daha vizyona girmesin. Kıyamet sonrası demişken aslında kıyamet sonrası hiç bir insanın kalmayacağını bildikleri halde dünyanın yeni bir düzene geçmesi için sil baştan bir döneme ihtiyacı olmasından dolayı bunu kullanıyorlar. İnsanların tek büyük bir devlet tarafından disiplinle yönetme fikri tüm senaristlerin ilgisini çekiyor olmalı.Tabi izlediğimiz tüm bu filmlerde düzenin içindeki en ufak çatlakla bütün düzen yerle bir oluyor.

Dünyanın düzeni yaşanan bir kaos sonrası tamamen değişmiştir. Uygarlık tarihiyle tamamen bağlarını koparmış bir nesil yetiştirebilmek için 'Yaşlılar' adını verdikleri bir konsey yeryüzündeki renk , dil , din , düşünce gibi farklılıkları tanımlayacak tüm kavramları ortadan kaldırırlar. Artık dünya sadece siyah ve beyazdır. Dümdüz denizler , dağlar , engeller yoktur. Sadece güneşin olduğu tek tip iklim türü vardır. En önemlisi de kimsenin duygusu , hissiyatı ve anıları yoktur. Böyle bir düzende ergenliğini tamamlamış ve arkadaşlarıyla birlikte hayatının geri kalanı boyunca ona verilecek görevi bekleyen Jonas ummadığı bir süprizle karşılaşır. Bu süpriz tüm insanların geleceğini etkileyecektir.

 Filmin bi kısmının siyah beyaz geçmesi sonradan Jonas'ın renkleri tanımasıyla renklenmesi falan oldukça başarılı bir fikir. Ama senaryosundan da anlaşılacağı gibi bu ara bu tarz filmler çok fazla var. Daha yeni vizyondan kalkan Muze Runner filmi yine bu tarza benzerdi. Ondan önce Devirgent'da aynı. Ve bu filmlerin hepsi seri halinde yazılmış ve önümüzdeki seneler devam filmleriyle tekrar karşımızda olacağı biliniyor. Giver diğer kıyamet sonrası bilimkurgu filmlerine göre biraz sönük kalmış fakat izlenmeyecek kadar da değil. Belki çıkış zamanlamasından dolayı biraz talihsizliğe uğramış olabilir. Ama bu türü seven insanların zevk alacağından eminim. Son olarak söylemek istediğim şey ise filmde Taylor Swift'in çok küçük bi rolde olsa da oynası , filmin kalitesini zedelemiş.




Filme puanım 7 iyi seyirler.

4 Ekim 2014 Cumartesi

22 Jump Street

Polislik mesleği her zaman ciddiye alınan ve ciddiye alınması gereken bir meslektir. Polis akedemesi serisinden sonra polisleri konu alan bir çok komedi filmi yapılmaya başlandı. Önceleri aksiyon ve gerilim filmlerinde ön planda olan polisler son yıllarda daha çok komedi filmi unsuru olarak kullanılıyor. Acemi polislerin yaptıklarını izlemek insanlara oldukça keyif veriyor.


21 Jump Street filminin başarısının ardından ikincisinin çekimleri hemen başlamıştı. 22 Jump Street filminin konusu lisede yürüttükleri başarılı operasyonun ardından bir kez daha bir araya gelen polis memurları Schmidt ve Jenko aynı gizli görev tanımıyla bu kez üniversite yollarını tutar. Yerel bir üniversiteye kayıt olan ikilinin aralarındaki ilişki de son görevlerinden bu yana ilerlemiştir. Ancak Jenko, okulun futbol takımında ruh eşini bulduğunda, Schmidt ise bir tiyatro topluluğuna üye olduğunda hem görev hem de partnerlikleri bir kez daha sorgulamaya başlarlar. Bu süreç bir nevi büyüme sancılarından geçtikleri, olgunlaşıp birlikte başarıp başaramayacaklarını test edecekleri bir sınava dönüşür.


İki genç polisin maceralarına odaklanan serinin ikinci filminin de başrollerinde bir kez daha Channing Tatum ve Jonah Hill bulunuyor. İkilinin kimyası oldukça iyi tutmuş fakat ilk filmin gölgesinde kalmış gibi geldi bana film. Yada ilk filmi sinemada izlemenin farkından dolayı bana çok çok başarılı gelmedi. Fakat yinede son dönemlerin en başarılı komedi filmlerinden biri olma başarısını göstermiş. Yine belden aşağı espiriler çok bu nedenle ailenizle izlerken biraz utanabilirsiniz.

Filme puanım 7 iyi seyirler.

30 Eylül 2014 Salı

Oculus

Parçalanan ailelerde birbirlerine en çok tutunan kardeşlerdir. Bazen anne babası ayrılmış olur bazense ölmüş. Öldükten sonra ise artık birbirlerinden başka kimseleri kalmadığını bildikleri için birbirlerine çok daha güçlü bağlanırlar. Korku filmlerinde bu güçlü bağ geçmişin öcünü almak için kullanılır. Yada başlarına gelen bütün olaylara birlikte göğüs gerebilmeleri için. Çünkü bir insanın ne sevgilisi  ne de arkadaşı iki yetim kardeşin birbirleri için alabilecekleri riskleri alamaz.


Filmin baş kahramanı aslında bir aynadır. Bu güzel aynanın nereden geldiği ve kimin yaptığı bilinmez. Hakkında bilinen şey ise onu satın alan insanların çok değişik şekillerde ölmeleri. Aynanın son sahipleri ise iki yetim kardeş Kaylie ve Tim'dir. Ebeveynlerinin ölmesinin ardından birbirlerinden çok uzak kalan iki kardeş aralarını düzeltemeye çalışmaktadır. Bir yandan da ailelerinin ölüm nedenini araştırmak isterler çünkü Kaylie ailesinin ölümüne bu aynanın neden olduğunu düşünmektedir. Çok iyi kurulmuş bir düzenek hazırlayan Kaylie , Tim ile birlikte aynayı incelemeye başlar fakat başlarına geleceklerden habersizdir.


Konusunu ilk okuduğumda aklıma 'Ayna' filmi geldi. Çünkü konusu oldukça benzerlik gösteriyor. Ama bu filmdeki ayna sadece yansımayla değil ailenin tüm psikolojisini çökerterek işlerini bitiriyor. Film geçmiş ve gelecek arasında sağlam köprüler kurarak anlaşılır geçişlerle zevkle izlemenizi sağlıyor. İzlerken gerdiği kadar odaklandığı hikayesiyle de bir aile trajedisini çok güzel anlatıyor.


Korku gerilim severlerin severek izleyeceğini düşündüğüm Oculus filmine puanım 8.

28 Eylül 2014 Pazar

Captive


İlk defa bir film bittiğinde beğenip beğenmediğime karar veremedim. Film bittiğinde ekrana 10 dakika bakakaldım. Ne çok etkileyeci bir senaryosu vardı ne de çok iyi yönetmenlik. Ama bir şey filmi izlerken izlemeye devam etmeniz gerektiğini söylüyor. Ne kadar sıkıcı ilerlesede ne kadar konudan uzaklaşsada. Geçmişle gelecek o kadar iç içe sunulmuş ki film bittiğinde hipnoz olmuş gibi hissettim.

Matthew ve Tine çifti mutlu evlilikleri süren çekirdek ailedir. 10 yaşında Cass adında oldukça güzel kızları vardır. Birgün kızları Matthew'in yolda verdiği 5 dakikalık molada kaçırılır. Hayatları altüst olan Matthew ve Tine bu olayı bir türlü atlatamazlar. Dedektiflerden de yardım alan çift zorlu 8 yılın ardından kızlarını tekrar bulma umutlarını yeşerten haberler alırlar.

Filmi uzun zamandır izlemek istiyordum. Sanırım Türkiye'de henüz vizyona girmedi ve gireceğide şüpheli. Senaryo bakımından son derece sıradan kaçırılma olayı olsada filmi izlerken geçmişle şimdiki zamanı sürekli karıştırmanıza neden olacak bir hikaye örgüsü var. Bu da izlerken ne tam olarak zevk almanızı sağlıyor ne de sıkıldım diyip kapatmanızı. Gerilim filmlerine nazaran son derece andrenalini düşük bir film olsada sonlara doğru sizi heyecanlandırmayı başarıyor. Açıkcası daha iyi bir hikaye yada şaşıracağım bir son beklerdim. Ama size başından beri kimin kaçırdığını gösteren bu film vasatın üstüne geçememiş. Yine de hala beğenip beğenmediğime karar veremedim. Çünkü bu film kötüydü de diyemiyorum.

Puanım 6. İyi seyirler.

27 Eylül 2014 Cumartesi

Purge : Anarchy

Seri halinde çekilen filmler hariç genelde bir filmin devamı çekildiğinde hep ilk filmle kıyaslanıp daha az beğeni toplar. Bu yüzden bir filmin ikincisini çekerken yönetmen iki kere düşünür. İlk filmlerin en büyük avantajı ise senaryoyla izleyici ilk defa karşılaşır. İkincisi olan film ise ilk filmle genel çerçeve olarak aynı senaryoyu paylaşır fakat anlatılan hikaye farklıdır. En çok da gerilim- korku filmlerinin devamını çekmek zordur. Çünkü bilinen bir korku filmi senaryosunun ikinisini izlemek izleyiciyi sıkar. Tabi elinde harika bir hikaye ve usta bir yönetmen yoksa.



Purge : Anarchy ilk filmde olduğu gibi yine aynı senaryo üzerinden gidiyor. Amerika'da suç oranları neredeyse yok denecek kadar az. İşsizlik oranları giderek düşüyor. Bunun tek bir nedeni var o da arınma gecesi adını verdikleri bir geceden kaynaklanıyor. O gece 4. dereceden silahlar hariç tüm silahları kullanarak suç işlemek serbest. Buna cinayette dahil. Böylece zengin olan insanlar korunması olmayan sokakta yaşayan fakir insanları öldürebiliyor. İlk filmin aksine bu sefer film sokakta kalan ibir grup insanın kurtulma mücadelesini anlatıyor.





Senaryosunu ilk duyduğumda harika bir filmin bizleri beklediğini biliyordum. Üstelik çok fazla reklamıda yapılamaya başlamıştı. Ama izlediğimde ilk film bende çok büyük hayal kırıklığı yarattı. Bu kadar kapsamlı olan bir senaryo çok daha iyi hikayeleri kaldırabilirdi.Tek bir evin içinde geçen kaçış kovalama hikayesini sundu bize ilk film. Ama devam filmi olan 'arınma gecesi- anarşi' senaryonun hakkını vermiş. Tamamen sokakta geçen film. Sokakta kalan ve kurtulmaya çalışan bir grup insanın hikayesini anlatıyor. İzlerken elinize uğraşacağınız birşeyler alın yoksa tırnaklarınıza veda etmek zorunda kalabilirsiniz.


İzlediğim en iyi gerilimlerinden olan Purge - Anarchy'e puanım 9

Blended

İzlediğimiz filmlerden dolayı aşkın gençlerin başına gelen , o çağlarda yaşanılan bir durum olduğunu düşünüyoruz. Çoğu romantik komedi yada dram filmlerinin konusu aşk üzerine kurulmuşsa iki genç aşık vardır ve bunlar birbirlerine ya kavuşamayıp nasıl kavuşmaya çalıştıkları anlatılır yada birbirlerine nasıl aşık oldukları. Ama aşk bilimsel bir olgu olmadığına göre her yaşta yaşanması mümkün değil mi? Çocukları olan ve birbirlerinden nefret eden iki yetişkin insan arasında aşk yaşanması mümkün değil mi?


Kötü geçen ilk randevudan sonra Lauren ve Jim tek bir ortak noktada buluşurlar bir daha hiç görüşmeyeceklerdir. Lauren'ın iki oğlu ve Jim'in ise üç kızı vardır. Çocuklarının ergenlik sorunlarıyla uğraşırken kader onları sürekli bir araya gelmeye zorlayacaktır. Lauren'ın yakın arkadaşının olan Jen Afrika gezisini iptal etmesiyle Lauren onun için yapılmış olan rezarvasyonu kullanarak çocuklarıyla birlikte tatile çıkmaya karar verir. Fakat Jim'inde aynı çakallığı yapacağından habersizdir. Afrika tatilini aynı odada geçirmek zorunda kalmalarıyla aralarındaki ilişkiler gelişecektir

Adam Sandler oldukça iyi bir komedi oyuncusu olmasına rağmen son zamanlarda yer aldığı projeler çok fazla beğenilmemekte. Ama '50 İlk Öpücük' ve ' Düğün Şarkıcısı' filmlerindeki başarısını hepimiz hatırlarız. Çünkü partneri Drew Barrymore'du. Bu filmde de ikisi bir araya gelerek gerçekten çok güzel bir romantik komedi filmine imza atmışlar. Üstelik bu sefer olayın merkezinde aşk değil çocuklarını idare etmeyee çalışan iki yetişkini izleyeceğiz. Filmi izledikten sonra Afrika'ya olan ilginiz varsa artacak yoksa da ilgilenmeye başlayacağınızdan eminim.

Filmi izlerken keyifli vakit geçirceğinizden emin olduğum bu filme puanım 7.

26 Eylül 2014 Cuma

Bad Words

Bazı insanların yaşları ne kadar ilerlese de düşünceleri olgunlaşamaz. Bu onların zeki yada mantıklı olmadıkları anlamına gelmez. Sadece onların uğraştıkları şeyler kendi yaşıtları arasında biraz absürd karşılanabilir. İdealleri davranışları biraz daha farklıdır. Zaten kendi yaşıtları arasında kabul görmek onların pek de umursadığı bişey değildir. Önemli olan kendilerine çizdikleri yolu başarıyla tamamlamak. Bu yol çok da onlara uygun olmasada.

Guy Tribly 30'lu yaşlara merdiven dayamış bir adamdır. İlk okul çağındaki çocukların katıldığı heceleme yarışmasına prosüdürdeki bir boşluktan yararlanarak katılır. Bu yarışma oldukça bilinen ve ulusal kanalda yayınlanan ciddi bir olaydır. Guy diğer insanların ne düşüneceğini hiç umursamadan bu yarışmaya katılır. Ona onun hakkında ilginç makaleler hazırlayıp onunla ilgili araştırma yapan bir kadın gazeteci eşlik etmektedir. Bu yarışma sırasında Guy , Chaitanya adında hintli bir çocukla tanışır. Aralarında yakınlık kurarlar. Guy'ın yarışmaya bu denli katılmakta ısrarlı olmasının nedeni ise sonradan anlaşılacaktır.

Filmin konusu oldukça farklı. Daha önce çok fazla benzerine rastlamadığım bir senaryo. Fakat diyaloglar o kadar güzel kurulmuş ki film başlar başlamaz sıkılmadan sonunun geldiğini göreceksiniz. Oldukça fazla argo kelime içeren film çocukların aileleriyle Guy arasındaki atışmaları da çok eğlenceli diyaloglarla bize sunuyor. Guy'ın orada tanıştığı hintli çocukla kurduğu bağdan sonra ise film son derece eğlenceli , komik ve hareketli sahnelere yer veriyor.

Filme puanım 8 iyi seyirler.

Chef

Hayatımızın bir döneminde gelecekteki işimize karar vermek durumunda kalırız. Bu genellikle lisenin sonunda üniversite sınavına girerken verdiğimiz kararla gerçekleşir. Tabi ki bundan memnıun kalmayıp okulu bırakanlar , bölüm değiştirenler olmuştur. Çocuklarının iyi bir geleceği olsun diye onları istemedikleri bölümlere gönderen aileler de çok. Hayatları boyunca her sabah yaptıkları işe lanet eden insanlar , yanlış yönlendirme sonucu mutsuz bir hayat sürmeye devam ederler. Bazıları ise yaptıkları işe aşıktır. Onların eğlenmek için başka birşey yapmalarına gerek yoktur çünkü yaptıkları iş zaten onların eğlence kaynağıdır. Çoğu zaman yaptıkları işler aile , eş , çocuk kavramlarının bir adım önüne geçer. Ama ne olursa olsun işini aşkla yapıp ona saygı duyan insanlar bir şekilde başarıyı elde ederler. Chef filmi de bize işine aşık bir adımın aile ve iş ilişkilerini anlatıyor.


Carl Casper şık bir restoranda çalışan bir baş aşçıdır. Kendi mutfağında yaptığı yemekleri nefistir fakat bir türlü ona verilen menünün dışına çıkamaz. Menüye bağlı kaldıkça yaratıcılığı azalır ve yemeklerin lezzeti düşüşe geçer. Bir gün restoranta ünlü bir eleştirmen gelir ve yemeklerini dener. Ardından kendisine ait blogda Carl Casper'ın yemeklerinin kötü olduğundan bahseder.  Bu Carl için bardağı taşıran son damla olur. İşi bırakır. Tam herşeyini kaybettiği anda başka bir iş teklifi gelir. Bu onun kariyerinin değişme noktasıdır çünkü artık kendi yemeklerini istediği gibi pişirip sunabilcektir. Ama bunu bir yemek karavanında yapmak zorundadır.

Son yılların en popüler reklam aracı olan internet bu filmde de oldukça ön plandadır. Sosyal medya üzerinden yazılan kötü eleştiri yazısı twitter üzerinden yayılmış ve kahramanımız Carl'ın bu eleştiriyi yapan ünlü blogger'a yine twitter üzerinden cevap vermesiyle kendisi de ünlenmiştir. Ardında çıktıkları yemek karavanı yolculuğunda 10 yaşındaki oğlu babasının reklamını twitter, facebook , instagram , vine ve 1 second everyday programından yaparak onu çok popüler hale getirmiş , gittikleri her durakta kuyruklar oluşmaya başlamıştır. Filmde kariyerinde yeni bir döneme giren ve işine aşık bir aşçının hikayesinin yanı sıra parçalanmış bir ailenin tekrar bir araya gelişini de izliyoruz. Aşçımız karısından ayrılmış ve oğluyla çok mesafeliyken yeni kariyer yolculuğunda ikisiyle de yakınlaşıp tekrar bir araya gelme yoluna da girer. Ayrıca filmde Robert Downey Jr. ve Scarlett Johansson gibi ünlü isimler yan rollerde izlemek mümkün



Yemek yapmayı seven , mutfağa ilgisi olan insanların özellikle izlemesini tavsiye ettiğim bu filme puanım 8

25 Eylül 2014 Perşembe

My Sister's Keeper

Herkesin hayatında onu derinden etkileyen bir film vardır. İşte bugün size beni derinden etkilemiş , etkisinden aylarca çıkamadığımo muhteşem filmi yazacağım. İnsanlar farklı farklı şeylerden etkilenip duygusallaşabilirler. Beni en çok etkileyen şeyse bir insanın öleceğini bilip ölümü beklemesidir. Biliyorum bir gün hepimiz öleceğiz. Ölüm ne yaşa ne yaşantıya bakıyor. Ama kaçımız bunun gerçekten bilincinde olarak her sabah uyanıyoruz? Sağlık herşeyden önemli insan hayatında bunun değerini ise en çok her sabah ölmediği için kendini şanslı hisseden hastalar yada yaşlılar bilir. Bazı hastalar ise artık teslim olmuştur. Yıllarca mücadele ettikten sonra yaşamın onlar için yavaş yavaş sonlanmasını izlerler üstelik acı çeke çeke. Artık bitmesi için dua ederler. Genç yaşta ölümcül hastalığa yakalanan insanların aslında sadece kendileri değil aileleride bu hastalığa yakalanmışlardır. Ölüm en çok da geride kalanlar için zor. Kendi çocuklarının acı çekmesini izlemek zorunda kalan bir aile ne kadar sağlıklıdır? Her gün yavaş yavaş gözlerinin önünde eriyen çocuklarını izlemek? 'Kız Kardeşimin Hikayesi' filmi bir ailenin hastalık sürecini çok derin şekilde anlatıyor.



Lösemi hastası Kate için uygun donör olacağı umuduyla  Anna dünyaya getirilir. Anna ablasının ömrünü uzatmak için ona ilik vermektedir. 11 yaşına kadar bir çok operasyon geçiren Anna son olarak böbreği alınmak isteyince buna dur demek zorunda kalır.  Kendisini savunması için şehrin ünlü avukatlarından biriyle anlaşıp ailesine dava açar. Bu durumu kabullenemeyen annesi ile Anna arasındaki çatışma devam ederken Kate hayatının sonuna giderek yaklaşmaktadır.



Çok fazla aşk filmi izlemedim. Arkadaşımın çok ağladıklarını söyledikleri aşk filmlerini özellikle izledim. Beni hiç etkilemedi. Çünkü biliyorum ki hayatta 'aşk' adının verildiği o ulu değerden çok daha ağır imtahanlar var. 'Kız Kardeşimin Hikayesi' filmi tam da bu noktaya değiniyor. Ölümcül hastalığa sahip bir ailenin ne zorluklar geçirdiğini , nasıl çatıştıklarını ve ne olursa olsun nasıl bir arada kaldıklarını bize en ağır şekilde gösteriyor. Filmin sonlarına doğru ağlamaktan filmi durdurmak zorunda kalmıştım. Çünkü daha genç kız bile olamamış Kate'in ölümü kabullenişi beni çok etkiledi. Ayrıca Cameron Diaz'ın oyunculuğunu kötü bulanlar bu filmi izleyip tekrar düşünsün.

Filme 10 üzerinden 10 veriyorum. İyi seyirler.

23 Eylül 2014 Salı

Maze Runner

Son zamanların en popüler film türü olan aksiyon bilim-kurgu filmlerine en son olarak Maze Runner eklendi. Film bu türün diğer filmleri gibi üçleme olarak planlanmış. İlk filminin adı ise Ölümcül Kaçış. Açlık oyunlarından , Uyumsuzdan izler taşıyan bu film çok özgün olmasada çok başarılı bir hikayeye sahip.





Konusu kısaca ; Thomas adlı genç beraberinde 60 kişilik bir grupla kendisini bir labirentin içinde hapsolmuş bulur. Adı haricinde hiç birşey hatırlamayan Thomas ilk başlarda burada çaylak muamelesi görsede daha sonra grubun lideri olup hem hayatta kalma mücadelesi verecek hemde labirentten çıkmak için yollar arayacaktır. Ama onları bekleyen asıl tehlike labirentin içinde bulunan yaratıklardır.


Yönetmenliğini daha önce Beginners filminin yönetmenliğini üstlenmiş olan Wes Ball yaparken başrollerini ise Dylan O'Brien , Aml Ameen ve Kaya Scodelario üstlenmiş. Oldukça iyi yazılmış senaryonun yanı sıra yönetmenliğide çok başarılı. Beni bir dakika bile sıkmadan, soluksuz izlediğim ve başından sonuna kadar temposu hiç düşmeden sürekli yükselen bir film olmuş. Filmin eksik kalan yanı ise kurulan filmik dünyanın tam olarak amacının anlaşılmaması. Bu da film sonunda biraz tatminsizliğe yol açıyor. Film elbette bir sonuca ulaşıyor ama üçleme olacağı için sonu yine dizi gibi bitiyor.


Bu türü seven insanların koşarak sinemaya gitmelerini tavsiye ediyorum. Çünkü ses efektleriyle film çok daha gerçekçi ve sürükleyici oluyor. Puanım 10 üzerinden 8. Şimdiden iyi seyirler

22 Eylül 2014 Pazartesi

Signal

Bilimkurgu filmleri herkese hitap etmez. Daha çok genç kesimin severek izlediği bu tarz filmler geleceğe olan merakla birlikte ortaya çıkmıştır. Teknolojinin de hızla gelişmesiyle bu tarz filmlerin önü oldukça açılmış ve senaristlerin hayalgüçleri sınırları zorlamaya başlamıştır. Çok farklı bir konusu olmasada Signal filmi bilimkurgu tarzının başarılı örneklerinden.



Nick ve Jonah MIT’de hackleme tutkusu olan iki birinci sınıf öğrencisidir. Nick’in kız arkadaşı Hailey ile birlikte Nevada’dan başladıkları ülke turunda büyük rakipleri Nomad’in çok yakınlarında olduklarını fark ederler. Çölün ortasında Nomad ile yaptıkları korkunç yüzleşmeden sonra üçlü uyandıklarında kendilerini hapis bulurlar. Neden hapis olduklarını anlamakta zorluk çekerken kendilerinden çok daha önemli bir hikâyenin sadece bir bölümü olduklarını anlarlar.


Konusunu yazarken çok açıklayıcı olmamamın nedeni filminde kendisini izlettirmek için kullandığı büyüyü bozmak istememem. İzlerken sürekli filme sorular soruyoruz ve bu o soruları kendi diliyle yavaş yavaş cevaplıyor. Çok genç ama yetenkli oyuncu kadrosunun yanında usta oyuncu Laurance Fishburne'de bu kadroya eşlik ediyor. Bilimkurgu türüyle gerilim türünü ustaca birleştirmiş olan yönetmen seçtiği mekanlarla da gerilimi hayli tırmandırmayı başarmış. Son ana kadar temposu düşmeyen başarılı bir film.


Bilimkurgu severlerin hoşlanacağını düşündüğüm Signal filmine puanım 6,5

20 Eylül 2014 Cumartesi

The Trurth About Emanuel

İzlediğiniz gerilim filmlerindeki beklentinizi bir kenara bırakmanızı istiyorum. Bu filmde gerilimin sürekli tırmandığı olaylar örgüsü yok. Klasik gerilim filmlerinin atmosferinden daha çok dram filmi havasında ilerlemesi yönetmenin filme kattığı mükemmel yorumunun sonucu.Fazla uzatmadan konusuna geçelim.



Annesinin ölümünün ardından zor bir çocukluk dönemi geçiren Emanuel üvey annesi ve babasıyla yaşamaktadır. Yetişkin bir kız olmasına rağmen okulda ve çevresinde çok fazla arkadaşı yoktur. Yan evlerine tanışanan  dul yeni komşuları Linda ile sıkı bir bağ kurar. Linda'nın çocuğuna bakıcılık yaparken onu annesi yerine koyar ve kendini onların koruyucusu konumunda bulur fakat Linda'nın da bazı psikolojik sorunları vardır.



Filmin dünyasına girdikçe kendinizi karakterlerin içinde hissedeceksiniz. Onların olaylar içindeki çırpınışını izledikçe sizde filmin içinde boğulma hissine kapılacaksınız. Klasik gerilim filmlerinden ayrılan en büyük özelliği ise karakterlerin birbirleri arasındaki duygusal ilişki. Genelde gerilim filmlerinde ters köşe yapmak için çırpınan senaristlerin aksine Truth About Emanuel filminin senaryosu birbirini izleyen olaylarla gayet rahat bir yol izleyip sonuca ulaşıyor. Sonuyla ilgili çok fazla bilgi vermek istemesemde sizi tatmin edeceğine eminim.

Çok büyük oyuncu kadrosu olmasada karakterlerini hakkıyla canlandırmış yetenekli oyunculara sahip film. Jessica Biel'ın deneyimli oyunculuğuna zaten söylenecek söz yok fakat onu bile gölgede bırakacak genç yetenek Kaya Scodelario bu filmden sonra kariyerinin parlak olacağının garantisini veriyor.




Koltuğa çivilenmek yerine filmin içinde kendisini kaybedecek izleyicilerin kaçırmaması gereken bir gerilim. Puanım 10 üzerinden 7. İyi seyirler.