20 Ekim 2014 Pazartesi

Gone Girl

Senaryo yazmak gerçekten çok zor iştir. Bitirme projesini senaryo üzerinden almış bir öğrenci olarak bunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Özellikle gerilim filmi senaryosu yazarken öyle iyi bir ağ örmelisiniz ki bu ağ kördüğüm gibi gözükmeli fakat çözerkende hiç bir tıkanmayla karşılaşmamalıdır. Bunu başaran , filmi izlerken 'hadi canım ya çok saçma' cümlesini bize kurdurtmayan pek az senaryo var. Gone Girl filmi benim için hayatım boyunca izlediğim en iyi filmdi.


Amerika'nın Missouri eyaletlerinden birinde sıcak bir yaz sabahı, Nick ve Amy evliliklerinin beşinci yıl dönümünü kutlamaya hazırlanmaktadırlar. Fakat o gün Amy aniden ortadan kaybolur. Geri dönmeyince, polisin gözünde kocası Nick tüm şüpheleri üzerine çeker. Nick karısını öldürmediğini söylese de davranışları ve yaptıkları onu çıkmaza sürüklemeye devam etmektedir.




Film kitaptan uyarlanmasıyla benim için bir sıfır önde başlamıştı zaten. Çünkü kitap filmleri hiç bir zaman kötü olmaz. Ama bu kitabın yazarı gerçekten tebrik edilecek cinsten. İnsanın hiç aklına gelmeyecek olaylar yok filmde. Tabi ki tahmin edebiliyorsunuz bir süre sonra. Ama twist filmin tam ortasında ortaya çıkıyor diğer gerilim filmleri gibi son on dakikada değil. Ardından işler daha da karmaşık hale geliyor ve izlerken yok artık diyorsunuz ama çok saçma kelimesini kullanacağınıza inanmıyorum çünkü yazar gerçek anlamda çok bilgili olduğunu herkese ispatlıyor. Oyunculuğa gelecek olursak Ben Afflect elbette çok iyi oynamış fakat benim gözümde kadın başrol olan Rosamund Pike Oscar'ı sonuna kadar haketmiş bu performansıyla. Gerçekten oyunculukta çığır açmış diyebilirim.

Neyse sinemadan çıktım koşa koşa size yazmak için oturdum bilgisayarımın başına. DVD'sinin çıkmasını beklemeden hala zamanınız varken sinemaya koşun. Böyle filmler kaçmaz. Puanım 10 üzerinde 10.

12 Ekim 2014 Pazar

Lucy

Filmlerin reklamını en iyi yapan içerisindeki deneyimli oyunculardır. Bazı oyuncular Hollywood'a öyle iyi yer etmişler ki filmde isimlerinin geçtiğini duyduğunuzda konusuna dahi bakmadan o filmi izlersiniz. Çünkü starlara güvenirsiniz. Bu nedenle yüksek bütçeli bir film yaparken şirketlerin ilk aradığı şey sektörde yer edinmiş ünlü oyuncular olur. Bu filmlerdeki beklentiyi yükseltir fakat çoğu zaman bu beklentiyi karşılamaya yeter. Lucy filminde de bizi iki dev oyuncu karşılıyor. Morgan Freeman ve Scarlett Johansson.


Eğlenmeyi seven sıradan bir kadın olan Lucy, bir kaç gece takıldığı Richard yüzünden kendisini bir anda azılı bir uyuşturucu çetesinin içine düşmüş şekilde bulur. Vücudunun içine kurye olması için yerleştirilen yeni sentetik bir uyuşturucu beklenmedik bir şekilde Lucy'nin vücuduna nüfus etmeye başlar. Bu durum sonucunda mucizevi bir olay gerçekleşir. Lucy'nin vücuduna nüfus eden kimyasallar ona insan üstü yetenekler kazandırmıştır. Artık akıl okuma , telekinezi ve acıyı hissetmeme gibi yeteneklere sahiptir. Ama madde vücuduna işledikçe Lucy'nin hayatı tehlikeye girmektedir.


Film aksiyon bilimkurgu severler için oldukça güzel tasarlanmış. Başından sonuna kadar güzel bir olay örgüsü var ve kanına karışan madde yüzünden her geçen dakika gerilim de tırmanmakta. Fakat filmde olay örgüsü , sahneler beş para etmez bir halde olsaydı bile filmi belgesel tarzında izleyip zevk almak mümkün. Çünkü Lucy'nin kanına karışan madde annenin hamilelik döneminde salgıladığı ve bebeğin hücrelernin gelişmesini sağlayan bir madde. Bu da aslında Lucy'e doğa üstü yetenekler kazandırmıyor. Bu maddeyle birlikte beyninin sadece %10'unu kullanan insan oğlunun %100'ünü kullanabilseydi neler yapabilirdi sorusuna güzel yanıt veriyor.


Ben çok beğendim. Bu yüzden puanım 9.

Giver

Gün geçmiyor ki bir kıyamet sonrası bilimkurgu filmi daha vizyona girmesin. Kıyamet sonrası demişken aslında kıyamet sonrası hiç bir insanın kalmayacağını bildikleri halde dünyanın yeni bir düzene geçmesi için sil baştan bir döneme ihtiyacı olmasından dolayı bunu kullanıyorlar. İnsanların tek büyük bir devlet tarafından disiplinle yönetme fikri tüm senaristlerin ilgisini çekiyor olmalı.Tabi izlediğimiz tüm bu filmlerde düzenin içindeki en ufak çatlakla bütün düzen yerle bir oluyor.

Dünyanın düzeni yaşanan bir kaos sonrası tamamen değişmiştir. Uygarlık tarihiyle tamamen bağlarını koparmış bir nesil yetiştirebilmek için 'Yaşlılar' adını verdikleri bir konsey yeryüzündeki renk , dil , din , düşünce gibi farklılıkları tanımlayacak tüm kavramları ortadan kaldırırlar. Artık dünya sadece siyah ve beyazdır. Dümdüz denizler , dağlar , engeller yoktur. Sadece güneşin olduğu tek tip iklim türü vardır. En önemlisi de kimsenin duygusu , hissiyatı ve anıları yoktur. Böyle bir düzende ergenliğini tamamlamış ve arkadaşlarıyla birlikte hayatının geri kalanı boyunca ona verilecek görevi bekleyen Jonas ummadığı bir süprizle karşılaşır. Bu süpriz tüm insanların geleceğini etkileyecektir.

 Filmin bi kısmının siyah beyaz geçmesi sonradan Jonas'ın renkleri tanımasıyla renklenmesi falan oldukça başarılı bir fikir. Ama senaryosundan da anlaşılacağı gibi bu ara bu tarz filmler çok fazla var. Daha yeni vizyondan kalkan Muze Runner filmi yine bu tarza benzerdi. Ondan önce Devirgent'da aynı. Ve bu filmlerin hepsi seri halinde yazılmış ve önümüzdeki seneler devam filmleriyle tekrar karşımızda olacağı biliniyor. Giver diğer kıyamet sonrası bilimkurgu filmlerine göre biraz sönük kalmış fakat izlenmeyecek kadar da değil. Belki çıkış zamanlamasından dolayı biraz talihsizliğe uğramış olabilir. Ama bu türü seven insanların zevk alacağından eminim. Son olarak söylemek istediğim şey ise filmde Taylor Swift'in çok küçük bi rolde olsa da oynası , filmin kalitesini zedelemiş.




Filme puanım 7 iyi seyirler.

4 Ekim 2014 Cumartesi

22 Jump Street

Polislik mesleği her zaman ciddiye alınan ve ciddiye alınması gereken bir meslektir. Polis akedemesi serisinden sonra polisleri konu alan bir çok komedi filmi yapılmaya başlandı. Önceleri aksiyon ve gerilim filmlerinde ön planda olan polisler son yıllarda daha çok komedi filmi unsuru olarak kullanılıyor. Acemi polislerin yaptıklarını izlemek insanlara oldukça keyif veriyor.


21 Jump Street filminin başarısının ardından ikincisinin çekimleri hemen başlamıştı. 22 Jump Street filminin konusu lisede yürüttükleri başarılı operasyonun ardından bir kez daha bir araya gelen polis memurları Schmidt ve Jenko aynı gizli görev tanımıyla bu kez üniversite yollarını tutar. Yerel bir üniversiteye kayıt olan ikilinin aralarındaki ilişki de son görevlerinden bu yana ilerlemiştir. Ancak Jenko, okulun futbol takımında ruh eşini bulduğunda, Schmidt ise bir tiyatro topluluğuna üye olduğunda hem görev hem de partnerlikleri bir kez daha sorgulamaya başlarlar. Bu süreç bir nevi büyüme sancılarından geçtikleri, olgunlaşıp birlikte başarıp başaramayacaklarını test edecekleri bir sınava dönüşür.


İki genç polisin maceralarına odaklanan serinin ikinci filminin de başrollerinde bir kez daha Channing Tatum ve Jonah Hill bulunuyor. İkilinin kimyası oldukça iyi tutmuş fakat ilk filmin gölgesinde kalmış gibi geldi bana film. Yada ilk filmi sinemada izlemenin farkından dolayı bana çok çok başarılı gelmedi. Fakat yinede son dönemlerin en başarılı komedi filmlerinden biri olma başarısını göstermiş. Yine belden aşağı espiriler çok bu nedenle ailenizle izlerken biraz utanabilirsiniz.

Filme puanım 7 iyi seyirler.